Ankara Mektubu: Enerji sektöründe önemli olan…

Tuncay Derman

İnternet Enerji Platformu’nda geçen ay (Ocak 2018) izlediğim ülkemiz Enerji Sektörü’ne ilişkin bir “durum tespiti” yazısı, özellikle platform üyeleri tarafından lehte ya da aleyhte bir yorum getirilmese de, sanırım platform izleyicilerinin büyük bölümünün dikkatini çekmiştir.1  Yazar, -kuşkusuz iyi niyetle- geçen yıl (2017) ülkemiz elektrik sektöründe “önemli” de değil “en önemli” gördüğü 10 olayı kendi bakış açısıyla irdeliyor ve bu irdelemesinden bazı sonuçlar çıkarmış bulunuyor. Ancak, ülkemiz enerji ve özellikle elektrik enerjisi sektöründe hiçbir sorun yokmuş, sektör güllük gülistanlıkmış, günümüz modası içlerine akla gelen her konu tıkıştırılan “toplu hizmet (!)” sunumu gibi bir takım işleri ve projeleri öne çıkarıp  bardağın boş tarafını bir yana koyarak sadece dolu tarafını gösterdiğinden, sanırım bu yazıyı okuyanların kafasında benim gibi “ülke enerji sektöründe ‘en önemli’ bunlar mı, sektörde ‘en önemli’ kategorisinde başka sorun mu yok?” sorularının doğmasına kaçınılmaz olarak yol açtı.

Öncelikle yazarın tespiti, bazıları zaten önceki yıllarda da ülke gündeminde tartışılmakta olan, 2017 yılına ait 10 olaya aynı sırada başlıklar olarak göz atalım: 1) Çayırhan kömür sahası ihalesi. 2) Tuzgölü doğalgaz depolama tesisinin işletmeye açılması. 3) Konya Karapınar YEKA Güneş enerjisi santralı ihalesi. 4) Aynı şekilde YEKA Rüzgar  santralı ihalesi. 5) Yerli kömüre dönüşüm protokolünün imzalanması. 6) Yenilenebilir Enerji Kaynakları’na (YEKA’ya) hücum yılı. 7) Doğu Akdeniz doğalgaz boru hattı ittifakları. 8) Türk Akımı projesinde ilerleme. 9) Yerli kömür santrallarına teşvik. 10) Rüzgar santralları kapasite tahsis ihalelerinde eksi fiyat teklifleri.

2018’in ilk Ankara Mektubu’nda (Ocak 2018, sayı 340), EMO’nun bu konudaki son raporuna dayanarak ülkemizin 2017 yılında %44’lere varan (EMO’ya göre %78,7) elektrik kurulu güç fazlası kapasite oluşturulması sonucu getirilmiş olduğu “Elektrik Sistemi’mizin Obez Hali”nden söz ettim. Bence 2017’nin en önemli  ama bardağın boş tarafını gösteren olayı bu. 2017’nin bardağın boş tarafı  olaylarında ülkemizde bugüne kadar benzeri yaşanmayan atıl (kurulu ama ihtiyaç olmadığı için yararlanılamayan, bir açıdan kamu israfı) elektrik kurulu güç kapasitesinin hemen ardından elektriğimize yılbaşından itibaren uygulanmak üzere yapılan %8,8‘lik munzam zam -yapanların tabiriyle- fiyat ayarlaması geliyor. Ülkemizde siyasal otoritenin enerji/elektrik sektörü dahil, planlamaya kapalı, bir çırpıda yüzlerce projeyi, temel atmayı, açılışı kapsayabilen “toplu hizmet” tanımıyla sınır tanımayan yönetimi de yılın bir başka  “en önemli” olayı (toplumu uyutma amaçlı bu garabeti ne yazık ki son zamanda muhalefetin de cazip (!) bulup uygulamaya başladığını görüyoruz).

Fosil yakıtlarla yoğun biçimde yola devamda ısrar edilerek kapımızı çalan iklim değişikliği tehlikesinin umursanmamaya devam edilmesi de 2017’nin “en önemli” olayları arasında olmaya devam ediyor. HES’ler, termikler, otoyollar, köprüler, kanalar yetmiyormuş gibi şimdi de uluslararası doğalgaz boru hatlarının doğa tahribatına tepkiler 2017’nin sonlarında ülke gündemine geldi. Son zamanda “YEKA” kısaltması moda olan yenilenebilir, özellikle rüzgar ve güneş enerjilerine dayalı elektrik üretiminde,  ne getirip ne götürdüğü dikkate alınmadan geniş alanlar  işgal eden bu birincil  enerji türlerine göre tek alanda Fotovoltaik (PV) sistemle 1000 MW gibi büyük kurulu kapasitelerle girilmesi de bardağın boş tarafında 2017’nin “en önemli” olaylarından.

İnternet Enerji Platformu’nda, ülkemizde  geniş alanlara kurulmaya başlanan, bu birincil enerji türlerine göre büyük sayılan tek alanda 1000 MW gibi kurulu güçte güneş ve rüzgar tarlaları (santralları) uygulamalarına kesinlikle karşı çıkanlar olduğu gibi “yerli enerjimizdir, yapılsa iyi olur!” diye yorumlayanları görebiliyoruz.

“Tek bir sahada 1000 MW’lık YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynakları’na dayalı elektrik üretim tesisi) yapmak kadar büyük bir saçmalık olamaz.” 2

“Kim ne derse desin. Bu YEKA Rüzgar Enerjisi Santralları (RES) ve YEKA Güneş Enerjisi Santralları (GES) projeleri yerindedir. Kurulu güçleri yüksektir.  Yerli üretimi teşvik etmektedir.  Yenilenebilir Enerjiler’dir.” 3

Biri aleyhte diğeri lehte birbirine zıt iki görüş/yorumda da saygıdeğer metin sahiplerinin, yenilenebilir enerjilere dayalı bu tür enerjilere göre büyük kurulu güçlü ancak ‘kapasite faktörü’ kurulu güçleri itibarıyla  önemli oranda küçük olan elektrik üretim tesislerini onaylamadıkları ya da onayladıkları             durumlarda, neden karşı ya da yanında oldukları konusunda izleyenleri ikna eden açıklamalarını göremiyoruz.

YENİLENEBİLİR ENERJİLERİN DOĞRU KULLANIMI TARTIŞILMALI

Yenilenebilir Enerjiler’dir. Doğru. Ülkemiz öz kaynağı, diğer deyişle “yerli” (günümüz modası deyimle milli de diyebilirsiniz) enerji kaynaklarıdır. Bu da doğru. Kurulu güçlerine göre  elektrik üretimi “kapasite faktörleri” önemli oranda düşük, buna karşılık kurulu güçleri bu santral türleri açısından yüksek sayılabilen 1000 MW’larda çok geniş arazileri işgal eden özellikle güneş, dolayısıyla rüzgar elektriği üretim tarlaları kurulmasının teşvik edilmesi ülkemiz için ne kadar ve nereye kadar doğrudur?

Geniş çöllere, tarım dışı düz ve boş arazilere  sahip olan ülkeler Güneş Enerjisi Santralları kurulumunda büyük kurulu kapasiteli uygun teknolojili proje tercihlerini rahatlıkla yapabilmektedir. Bunun dışındaki özellikle küçük sayılabilen yüzölçümüne, orman, tarım ve hayvancılığa (meralar/otlaklar) uygun arazi yoğunluğuna sahip ülkeler ise yenilenebilir enerjilere dayalı özellikle güneşten elektrik üretiminde bilimsel, çevresel ve ekonomik saptamalarla ağırlıklı olarak çiftlik, bina, site tipi lokal üretim tesislerine yönelmişlerdir. Bu nedenle Güneş Enerjisi’ne dayalı elektrik üretiminde kurulu kapasite ve üretim teknolojisi seçimi, kurulum kararı verilmeden önce enine boyuna tartışılmalıdır.  İnternet Enerji Platformu’ndan bu tespitimizi destekleyen bir metin alıntısı: “Artık güneşin önünde durmayalım (önünü kapatmayalım). Bırakalım güneş ülkemize girsin (ondan olabildiğince yararlanalım). Ancak; bu enerji de (yenilenebilir birincil enerjiler, aslında tüm enerjiler için geçerli) yerli  ve (onun yanısıra) ucuz olmalıdır. (Projeler) çatılarda, bina yüzeylerinde doğru uygulanmalı, (gelişmiş Batı ülkelerinde olduğu gibi) sağlıklı çalışan elektrik kooperatifleri kurulmalı. Güneş elektriği üretim tarlaları kurulurken tarım yapılan değerli tarlaların tarım dışına itilmesinin önünde hep birlikte durulması koşuluyla…Yeter ki, güneş (ve de rüzgar) enerjileri ile elektrik üreten tesislerin çöplüğüne dönmesin güzel ülkemiz…” 4

FOTOVOLTAİK SİSTEM Mİ, BUHAR TÜRBİNLİ-GENERATÖR SİSTEMİ Mİ?

Aynı internet metin yazarı yazısında5,  kısa bir süre önce güneş enerjisinden elektrik üretiminde bardağın boş tarafında bırakılmış olan, yukarıda benim de önemine değindiğim,  kurulacak sistemlerin teknoloji seçimiyle ilgili “çok önemli” nitelikteki konunun ayrıntılarını veriyor. Özellikle gelişen teknoloji kapsamında elektrik üretim ekonomisi açısından ülkemizde özellikle büyük kurulu güçte Güneş Enerjisi Santralları tasarımında üretim yöntem/sistem seçimi yanlışlığını eleştiriyor.

“Dünyada kurulan Güneş Enerjisi Santralları (GES) ihalelerinde büyük indirimler gözleniyor. Bu tesislerin çoğu geleneksel Fotovoltaik (PV) değil, Kombine/Konsantre Güneş Enerjisi Termik Sistemi (CST: Concentrated Solar Thermal).” (Yani, güneş enerjisi santrallarının konvansiyonel buhar türbinli fosil yakıtlı termik ya da nükleer santralların buhar türbinli üretim sistemleri gibi kurulup çalıştırılması.)

Yazar da CST sistemini böyle tanımlıyor: “Büyük kapasitede güneş aynalarıyla bir noktaya odaklanan güneş ışınlarından elde edilen yoğun termik enerjiyi buhar kazanı-türbin-generatör düzeniyle elektrik enerjisine dönüştüren CST bazlı güneş santralları daha düşük maliyette, daha pratik ve daha ekonomik olduğu için dünyada tercih edilmektedir. 

Ülkemizde büyük kapasitelerde GES’lerin PV bazlı olarak kurulması sürerken dışarıda büyük kapasitelerde, özellikle tarıma uygun olmayan arazilerde, çöllerde kurulan GES’ler (ekonomik nedenlerle) CST bazlıdır.

Özellikle büyük kurulu kapasitelerde CST bazlı GES yatırımımız neden yok?  Neden 1 MW gibi küçük kurulu kapasitelerde geçerli olan PV bazlı GES uygulamasını 1000 MW gibi büyük kurulu güçlerde de uygulamayı sürdürüyoruz? Neden, özellikle büyük kurulu güçlerde (üstelik daha küçük alanlar işgal eden) çok daha düşük üretim maliyetli CST bazlı güneş enerjisi santralları kurmayı düşünmüyoruz?”

Yazar , dünyada kurulu bazı CST bazlı GES’lerle ilgili güncel üretim maliyeti rakamlarını da veriyor. “Dolar sent/kWh olarak S. Arabistan’da 1,79, Şili’de 2,10, Meksika’da 1,77. Verilen örnekler arasında en yüksek üretim maliyeti Almanya’da 4,30 Euro sent/kWh.”

Yazarın,  Güneş elektriği üretiminde savunduğu teknik-ekonomik ağırlıklı konuyla ilişkili olarak şu eleştiride de bulunduğunu görüyoruz. “Koşullar bizi ülkemizde 1 MW’lık lisanssız GES’ler kurmaya mahkûm ediyor.”

Kendisi, yukarıda verdiğimiz yaklaşık bir buçuk yıl önce aynı Enerji sitesinde dile getirdiği, aşağıda yinelediğimiz görüşünü korumakta ise, 1 MW’lık lisanssız GES’lere mahkûm olmak hiç de fena bir mahkûmiyet sayılmamalı.

“Projeler çiftliklerde, endüstri tesislerinde, çatılarda, bina yüzeylerinde doğru uygulanmalı. Koşul: Gelişmiş Batı ülkelerinde olduğu gibi sağlıklı çalışan elektrik kooperatifleri kurulmalı. Yeter ki, güneş enerjisi ile elektrik üreten tesislerin çöplüğüne dönmesin güzel ülkemiz.”

BARDAĞIN BOŞ TARAFINDAKİ DİĞER EN ÖNEMLİLER

Gelelim Enerji Sektörü’müzde 2017’nin içimize sinmeyen bardağın boş tarafındaki diğer “çok önemlilere”… Çayırhan kömürleri üzerinde kurulu bir termik santralımız halen çalışıyor. Şimdi aynı Çayırhan kömür sahası üzerinde (800 MW kurulu güçte) ikinci termik santralın müjdesi (!) veriliyor. İklim değişikliği tehlikesinin  baş sorumluları arasında sayılan karbon gazı emisyonu şampiyonu termik santrallar kurulmasına ülkemizde nereye kadar devam edilecek? Kömür (linyit, taşkömürü ve daha düşük kalorili diğer türler) madenlerinin ve kömürü yakıt olarak kullanan elektrik santrallarının  çevreye onulmaz zararlarından vazgeçtik, yeni bir termik santralın sera gazı emisyonunun asgari ölçülere çekilmesi konusunda hangi teknolojik, ancak önemli ek maliyet getiren önlemlerin alındığını bilmek hakkımız. Sayın yazar, keşke bu konudaki yazısına konu ettiği termik santral projesinde, eğer varsa, etkin ileri teknoloji uygulamasını ve bunun makul ek maliyetini de yazısına eklemiş olsa, kaygılı bizler bir nebze rahatlardık.

Haberlerden bildiğimiz kadarıyla, Şereflikoçhisar Tuzgölü sahasındaki doğalgaz depolama tesisi, günümüz siyasal iktidarı döneminin (2002-2017) 15 yılında kısmen tamamlanarak yapım süresi bakımından dünya rekoru kırdı. Bu kadar uzun sürede yapılması da olumlu ama “çok da önemli” değil. Türkiye’nin günümüzde tamamı ithal yıllık doğalgaz kullanım kapasitesi 50-60 milyar metreküpün   50-60’da biri kadar 1,2 milyar metreküp (ülke gereksiniminin birkaç günlük karşılığı)  depolama kapasitesi olduğu belirtiliyor. Zaten yazar da, “yeterli değil ama önemli” notunu düşerek bu görüşümüzü doğruluyor. Yerli kömüre dönüşüm protokolleri yerinde bir uygulama. Zorunlu ithal doğalgazdan sonra sanki ülkemizde kömür yokmuş gibi ithal kömürle dışa bağımlılığımız sürekli artırıldığı için  yakınıp eleştirdiğimiz konulardan biriydi. Bu nedenle fosil yakıt kömür iklim değişikliği tehlikesinin sürmesine birinci derecede yol açan birincil enerji kaynaklarından biri olduğu için bu dönüşüm pek de önemli sayılmamalı. Ha ithal kömür, ha yerli kömür. Sonuçta atmosfere çıkan yoğun sera (karbon) gazları,  sera gazı  emisyonlarının asgariye indirilmesi için yeterince teknolojik tedbirler alınması da umursanmadığından, bitmeyen giderek artan çevre sorunları, aynı zamanda yöre halkı başta olmak üzere ülkemiz halkının sağlıklı kalma hatta yaşamda kalma riski tüm ağırlığıyla sürüyor.

ENERJİ ÜRETİMİ BAHANESİYLE YAŞAMIN ENERJİSİ YOK EDİLİYOR

“Su kaynaklarımızın dibine kurulan termik santrallar, yaşam için gerekli olan ve yüzlerce yıl yetecek olan suyu bir yılda kullanarak ‘enerji üretimi’ bahanesiyle yaşamın tüm enerjisini yok etmeye başardılar”.

Yukarıdaki termik santrallarımızla ilgili çarpıcı ancak olumsuzluk içeren tespiti, İnternet’de değerli bir yazarın, Anadolu Hitit uygarlığının M.Ö. 13. yüzyıldan nasılsa günümüze kadar gelebilen yapımı Anıt Çeşme’yi (Eflatunpınar) yazısına konu seçerek, Hititler’in 33 yüzyıl önce su kaynaklarını nasıl değerlendirdiğini ve geleceğe hangi mesajı verdiğini sorgulayan güncel yazısından alıntıladım. 6

Yazar, yaşamımız için değeri ölçülemeyecek kadar önemli olan su kaynaklarımızla ilgili olarak uzak tarihle karşılaştırmalar yaparak şunları söylüyor.

“Konya Beyşehir Sadıkhacı köyünde, Beyşehir gölünü besleyen doğal pınarlardan biri üzerine 33 yüzyıl önce Hititler tarafından inşa edilen ve günümüze kadar gelebilen su yapıtı üzerindeki mitolojik figürler çok anlamlı. Fırtına, güneş ve dağ tanrıları ile kanatlı güneş kursu.”

 “Türkiye su kısıtı çeken ülkeler kategorisinden su fakiri ülkeler kategorisine hızla yol alıyor…Suyu kirletenleri en ağır cezalara çarptıran Hititler’in coğrafyasını paylaşan Türkiye, her yıl 2 Şubat’ta kutlanan ‘Dünya Sulak Alanlar Günü’ne bu yıl buruk girdi…Kutsal çeşmeden damacanaya, pet şişeye indirgenen ‘hapsedilmiş’ su kültürü noktasına geldik… Asla unutulmasın! Petrolün alternatifi var  ama suyun alternatifi yok

2 Şubat 2018 günü yukarıda sözü edilen “Sulak Alanlar Günü”nde konuşan Türkiye’nin Orman ve Su İşleri isimli bakanlık koltuğunda oturan siyasetçi ise,  ülkemizde yüzlerce yılda tüketilebilecek çok değerli yeraltı ve yerüstü su kapasitemizi devasa hortumlarıyla sömüren bir uzay yaratığı gibi kısa sürede tüketen termik santrallarımıza durmadan yenileri eklenirken, üstüne üstlük en olumsuz koşullarda son  yıllarda ülkemizin de ön sıralarda bulunduğu dünyamızda kuraklıkla ilgili tehlike çanları çalarken, başka şeyler söylüyor. Kısacası topluma, hepimizin gözleri önünde kirletilmesine engel olmayarak ve cebri borulara hapsedilmesini teşvik ederek “akılsızca” yok etmekte ısrar ettiğimiz yeraltı ve yerüstü sularımızı “akıllıca yönetiyoruz” diyerek inandırıcı olmayan, “aklımızla alay etmenin”nin yeni bir örneğini veriyor.

“Su fakiri bir ülke değiliz ama su zengini de değiliz… Ancak suyun yönetimiyle ilgili ciddi çalışmalarımız var. Suyu akıllıca yönetiyoruz… Özellikle dünyaya ilan ediyorum. Su yönetiminde artık sadece kendi içimizde değil bütün dünya ile yarışıyoruz”. (Sayın Bakan, buluşu “akıllı su yönetimi”nin sırrını toplumumuza hiçbir ipucu vermeyerek kendine saklamış oluyor).

Bir yandan peş peşe HES kuracağız diye derelerimiz “can su”suz bırakılıp insan eliyle kurutulurken, yeterli yağışı getirecek asırlık ormanlarımız otoyol, kanal, köprü havaalanı türü beton projeleri uğruna, gereksinim olup olmadığına bakılmadan adeta gereksinim icat edilerek, kısacası  rant ve oy için yok edilir, yeşil alanlarımız, meralarımız acımasızca gözden çıkarılırken, öte yandan akarsularımız, göllerimiz, yeraltı sularımız, aslında  yine  insan eliyle doğa dengelerinin bilinçsizce değiştirilmesinden kaynaklanan kuraklık nedeniyle dipleri görünüp alarm vermekte iken bu nasıl bir akıllı yönetim, ne biçim bir dünya ile yarış ise?..

Enerji Sektörü’müzde 2018 yılının “en önemli” olayı da, sanırım ülkemizin su işlerine bakan siyasetçi önde olmak üzere günümüzde ortaya çıkan “at atabildiğin kadar” kodlu siyasetçi modelinin bıkmadan yinelediği, bu ve buna benzer yüreklere su serpen”(!) mi yoksa “akla zarar” mı olduğuna sonunda ülkemiz  halkının karar vereceği, geleceğin tarihinde ibretle hatırlanacak sözler olacak…

Check Also

Sektör sırtını rüzgara dayıyor

Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği (TÜREB) tarafından 27 Şubat 2018 tarihinde kamu temsilcilerini ve yatırımcıları bir …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir