Ankara Mektubu-Tuncay Derman / Asfalya’lar atarken

Değerli gazeteci-yazar Yılmaz Özdil bu yılın (2017) başlarında gazetesindeki köşesinde yazdı. “Türkiye’den sıkıldığım zaman İzmir’e giderim ben… Simit’e gevrek deriz biz, çekirdek’e çiğdem. Kordon, elektrik aleti değildir. Kumru da kuş değildir. Yengen’i yeriz. Domates dediğin domat işte. Sen sigorta dersin. Biz asfalya deriz.”  1

Yaşamının çocukluk ve ilk gençlik bölümü, adını İzmir’in tarihi iki tren garının birinden alan Basmane (diğeri Alsancak) semtinde ve günümüzde ilçe olan o tarihteki köy Narlıdere’de geçmiş, Konak-Güzelyalı (Kokaryalı) güzergahının tam ortasında Karantina’da Mithatpaşa’da orta-1’i okumuş, aynı yıl Ankara’da lise (MEB) bursu, daha sonra İstanbul’da yüksek öğrenim bursu kazanarak İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’nde mühendislik eğitimi almış, bu dünya güzeli kentten (İzmir’den) orta ve yüksek öğrenimi nedeniyle zorunlu olarak geçici sürelerle ayrılmış, ancak İzmir’le ailevi, mesleki, dostluklar, arkadaşlıklar bağlamında bağlantısı hiçbir zaman kopmamış (tıp doktoru, ‘halkın doktoru’ merhum babasının kabri Narlıdere eski kabristanında) olan bir “İzmir hemşerisi” olarak  yazarın olasılıkla köşe yazısının sınırlı kapsamında veremediği İzmir’e,  İzmirli’ye has iki yerel sözcüğü aktarmadan duramayacağım. İzmirli’nin, Ege’linin, topraktan yapılan el emeği testiye bardak, Ege’nin sembol meyvesi incire yemiş dediğini, özelinde bardacık dediğini nasıl atlayabilirim ki.

Nitekim bu ilginç yazıdan bir süre sonra televizyonda izlediğim bir söyleşi programında sayın Özdil’in İzmirlilere has daha fazla yerel sözcüğü dillendirdiğine tanık olunca yukarıdaki tespitimde haklı olduğumu görmüş oldum.2

Devletin Planlama Virtüözü

Yakın geçmişte bakanlık görevinde bulunmuş (daha önce DPT’de daire başkanlığı görevinde de bulunduğu belirtilen) saygın  bir siyasetçi, yukarıda sözünü  ettiğim Yılmaz Özdil’in köşe  yazısının yayınlandığı günün gecesi  katıldığı televizyon programda, 1960’lı yıllardan başlayarak yarım yüzyılı bulan bir dönem ülkemizin Başbakanlık bağlısı planlama, ekonomi, dolayısıyla enerji virtüözü olarak yaşamını ve etkinliğini sürdürdüğünü bildiğimiz DPT (Devlet Planlama Teşkilâtı)’nın “Günümüzde Mezarlıklar Müdürlüğü düzeyine getirildiğini” söylüyordu. 3

O DPT ki, milenyuma (21. yüzyıla) girilirken ülkemizin enerji platformunda, o güne kadar ülke planlama yönetiminde önemli yararlar sağlayan, başarı olarak nitelenen çalışmalarının ve özellikle yatırımcı kamu kurumları ve özel sektör ekonomik faaliyetleri üzerindeki otoritesinin ötesinde beklenmeyen biçimde günümüzde olumsuz sonuçlarını gördüğümüz yönetim ve uygulama  hatalarıyla tarihe geçmiş ve sonunda sadece  Başbakanlığın değil devletin gözdesi bu kamu üst düzey planlama kuruluşunun, planlı yönetim bir yana,  “planlama” sözcüğüne bile tahammülsüz günümüz siyasal iktidarı tarafından yukarıda sözü edilen siyasetçinin ifadesindeki gibi defteri dürülmüştür.

Sözcü’de ekonomi yazan Murat Muratoğlu gazetesindeki köşesinde bir süre önce şunları yazdı: “Başbakanlığa bağlı Devlet Planlama Teşkilâtı 2011 yılında kapatıldı, Kalkınma Bakanlığı yapıldı. Sahi ne iş yapar bu Kalkınma Bakanlığı? Kurulmasına neden ihtiyaç duyuldu?” Yazar sorularına kendi yanıt veriyor: “(DPT’nin) kadrosu boldu. (Bakanlığın) içi kadrolularla dolduruldu. Bundan altı yıl önce kurulan bakanlığın DPT’den farklı yaptığı bir şey yok! Hatta bakanlık olduğu halde artık o kadar bile iş üretemiyor.”4

DPT’nin, sözünü ettiğim -gelişmelere bakıldığında sonuna yakın denilebilecek- milenyum başlangıcı dönemdeki uzmanları ve onların yönlendirmesiyle karar veren ve uygulama yapan müsteşarları, özellikle enerji platformunda ülkemiz kurumlarını adeta “Enerji savaşı” ilanıyla birbirine katan istikrar getirmeyen  kararlarına karşın medyayı sonuna kadar kendilerini haklı gösterecek yönde kullanmayı ve uzmanları kendilerine Enerji yönetiminde yeni görevler elde etmeyi başarsalar da, bu güzide  kuruluşun bugünkü tarihe mal olan akıbetinin (sonunun) baş sorumluları olmaktan kurtulmuş değildirler. Ne yazık ki, onların tarihe geçen hatalı karar ve davranışlarının faturaları kendilerine değil, (sonunda Yüce Divan’da ve yüksek yargıda aklanmış olsalar da) siyasetçi ayağı Enerji Bakanları başta olmak üzere  uzun yıllar boyunca dönemin kamu Enerji sektörünün çalışanlarına ödetilmiştir.

Aslında DPT diyerek geçemeyiz. Bu kurum yaklaşık yarım yüzyıllık ülke tarihinde planlı ekonomi ve yatırım alanlarında yadsınamayacak çalışmalar yapmış, bu kapsamda alanında otorite bir kamu üst düzey kurumu olarak ülkemize yatırım dolayısıyla ekonomi alanında önemli yarar ve  değerler  kazandırmıştır. Ülkemizde ekonomi başta olmak üzere siyaset ve hatta medya alanında tanınmış çok isim, bu kurumdaki çalışmalarıyla kamu yönetimi deneyimine ve makama sahip olmuştur. Değerli gazeteci-yazar Emin Çölaşan, yazılarında zaman zaman meslek yaşamının ilk yıllarında bu ayrıcalıklı kurumda geçen günlerinden söz eder.

Çölaşan’ın da aralarında bulunduğu birçok yazar DPT’nin ülke yönetimindeki önemine vurgu yapan, bu nedenle bu üst düzey otorite kamu kurumuna bir kısım uzman ve yöneticilerinin hataları dışında genellikle olumlu yönden bakan, hatta kuruma toz kondurmayan yazılar kaleme almışlardır. Örnek olarak bu yazılardan biri, dönemin (2000’li ilk yıllar) Finansal Forum gazetesinde Zülfikar Doğan imzasıyla yayınlanır. Gazeteci bu makalesinde, o dönemde DPT’nin, “Özel sektör elektrik üretim yatırımlarına iki buçuk yıl gibi uzun bir süre onay  vermeyerek Türkiye’nin önünde engel oluşturduğu” eleştirileri üzerine DPT’yi önce savunur, sonra o da eleştirmekten geri kalmaz.

“Bu yılın 30 Eylül’ünde DPT, 40. yılını kutlayacak. Devlete ‘ekonomi danışmanlığı’ yapan bu kurumun ‘Türkiye’nin önüne engel’ olduğunu söylemek biraz insafsızlık değil mi?”

“…DPT’den onay bekleyen projeler içerisinde iki buçuk yıldır bekleyenler olduğu iletildi Enerji Bakanlığınca… Bu da kabule şayan bir durum değil. Onaylanmayacak olanı reddedersiniz, geri gönderirsiniz” 5

Asfalyalara Gelince…

İzmirli hemşerilerimin asfalya dediği, günümüzde termik manyetik otomatik tiplerini kullandığımız, eski tiplerinde çok zaman attığında bilinçsizce  tel sararak aslında işlevsiz hale getirdiğimiz sigorta dediğimiz geçmişte tüm zamanların elektrik güvenlik ekipmanı, ülkemiz insanlarının çoğunluğu farkında olmasa da, ülke enerji platformunda yukarıdaki tarihsel olayla ilk kez tümden atmış ve ne yazıktır ki, gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığında atan sigortaların, pardon asfalyaların yol açtığı tahribatın onarımı için en küçük bir çaba gösterilmemiş, aksine aklamayla sonuçlanan dönemlere ve yönetimlere aldırış edilmeden ülke enerji platformunda halkı yanıltma amaçlı söylemler, suçlamalar, uygulamalar sürdürülmüştür.

Okuru sıkmadan, DPT’nin sonunu hazırlayan, konumuzla ilgili tarihe mal olan hatalarını ve sonuçlarını özetleyerek verelim. 2000’li yıllara girilirken Türkiye, kamu enerji sektörünün yatırımları durdurması, güven unsuru gelişmediğinden ağırdan alarak  kamu enerji sektörünün yerini doldurmaya başlayan özel sektörün ise  ilk etapta elektrik enerjisi üretim yatırımı için hevessiz, dolayısıyla yetersiz kalması sonucu yeni bir elektrik enerjisi darboğazı yaşamaya başlamıştı. Özel sektörün elektrik üretim yatırımlarında yetersiz kalmasının diğer önemli bir  nedeni de, yukarıda söz edilen köşe yazısına konu olduğu gibi, yasal yetkili DPT’nin zaten erişilebilen kapasitesi sınırlı enerji yatırımlarının önünü anlaşılmaz bir tutumla uzun süre kesmesi  olmuştur.

DPT’nin ne zaman aklı başına geldi? Dönemin başbakanıelektrik darboğazı/krizi ile birlikte kamu kurumları arasındaki krize el  koyunca. Yıllardır elektrik üretim yatırımlarının önünü kesen DPT, bir anda özel sektör yatırım projelerinin savunucusu oluverdi ve 2000’li ilk yıllarda yaklaşık 60 milyar kWh’lik bir kapasite (dikkatinizi çekmek isterim, az buz değil, o tarihte Türkiye toplam elektrik talebinin yaklaşık yarısı büyüklüğünde) 2 -3 yıl gibi kısa bir sürede devreye giriverdi. Böylece, ülkede elektrik talebine yanıt verilemez, arz sıkıntısı yaşanırken, aslında günümüz siyasal iktidarına inanılmaz büyüklükte bir elektrik enerjisi üretim potansiyeli kazandırma kıyağı yapılarak bu iktidar döneminde 2004-2006 yılları arasında üstelik ithal yakıtlara dayalı arz bolluğuna yol açıldı.

Siyasal iktidar, önünde bulduğu bu avantajlı elektrik üretim kapasitesini, bardağın dolu tarafına bakarak değerlendirme yerine, bardağın boş tarafını kullanarak siyasal çıkarlarına alet etme fırsatını kaçırmadı. Söz konusu aşırı olarak nitelenen elektrik üretim kapasitesi “ülke çıkarlarına aykırı” diye yaftalanarak günümüz siyasal iktidarı tarafından, söz konusu özel sektör yatırımı büyük kapasiteli santralların  tamamı  daha devreye girmeden arz fazlasına yol  açılacağı, özellikle kurulu kamu santrallarının üretim yapamayarak ülkemizin bundan önemli zarar göreceği varsayımıyla 2003 yılından itibaren önce Meclis (TBMM) Araştırması ve Soruşturması Komisyonları’na, oradan Meclis Genel Kurulu’na, devamında yüksek yargıya taşınmakta gecikilmedi. Bu aşamada ilginçtir, ortaya çıkan “aşırı” denilen elektrik üretim  kapasitesini teşvik eden ve onay veren Başbakanlık bağlısı olan daha üst düzeydeki karar organı DPT değil, yine bu kararı onaylayan Hazine Müsteşarlığı ve Başbakanlık da değil, yukarıda değinildiği gibi dönemin Enerji bakanları ve bu bakanlığın üst düzey bürokratları yargı karşısında hesap verme durumunda bırakıldı.

Yukarıda değinildiği gibi, ortaya atılan suçlamaların başında, DPT’nin 1990’lı yılların sonlarından beri Enerji Bakanlığı’nın  ağır sorumluluğu olduğunu ısrarla ileri sürdüğü, bu yargısını müsteşarlarının kahvaltılı basın toplantılarıyla medya ile paylaştığı, bu etkinliklerde ise ülke gereksiniminin üzerinde özellikle doğalgaz ithal anlaşmaları yapıldığı ve bu fazla gazın tüketilmesi -sözleşmelerdeki “al ya da öde” hükmüne göre büyük zararlara girilmemesi- için yine ülke gereksiniminin üzerinde (yani plansız gereksiz) doğalgaz ve ithal kömür santralları kurulmasına yol açıldığı iddiaları geliyordu.

İnsanın aklına ister istemez şu geliyor. Bir ülkede enerjide (burada elektrik enerjisi) arz eksikliği olursa, yani talebi karşılayacak kapasitede elektrik üretimi, yatırım yetersizliği nedeniyle, hatta uzun yıllar yatırımsız geçirildiği için yapılamazsa, dolayısıyla belli süreler (yakın ve uzak geçmişte yaşandığı gibi üstelik ülkenin büyük bölümünde hatta ülke çapında bazen  günler, haftalar boyunca) enerjisiz, elektriksiz kalınınca enerjiyi yönetenlerin eleştirilmesi doğaldır. Bu kez ve ilk kez ülkemizde karanlığa neden olan enerji, elektrik üretim eksiği değil, olabildiğince aydınlık sağlayan elektrik üretim kapasitesi fazlası olduğu ileri sürülerek eleştirinin de ötesinde suç üretiliyordu.

Oysa, 2000 yılının Mayıs’ının 27’sinde DPT tarafından Atatürk bulvarı yakınındaki eski Başbakanlık  binasında düzenlenen, Başbakanlık, DPT, Hazine ve Enerji Bakanlığı arasında müsteşarlar düzeyindeki, uzmanların da katıldığı toplantı sonunda DPT uzmanlarının el yazısıyla düzenlenen mutabakat belgesinde bu aykırılıklar (enerji fazlalığı) aynen yer alıyordu. Buna göre, gereksinim fazlası enerji yatırımlarının sorumlusu tek başına yargıya hesap verme durumunda bırakılan kamu Enerji görevlilerinin, dolayısıyla Enerji Bakanlığı’nın ve Bakanı’nın olmadığı, varsa ortak sorumluluk çerçevesinde asıl baş sorumlunun DPT, dolayısıyla DPT’yi yönetenler, dolayısıyla DPT müsteşarı olduğu ortaya çıkıyordu. Oysa onlar asla sanık koltuğuna oturmadılar, Meclis’te ve yüksek yargıda sanık değil, tanık, hatta suçlayıcı oldular, üstüne bu davranışlarına karşılık -yukarıda da söz ettiğim gibi-  bazıları daha önemli kamu görevlerine getirilerek ödüllendirildiler.

Günümüzde, yakın tarihimize geçen bu tür enerji yönetimlerine de fark atarak bu sektörü (Demokles’in kılıcı örneği) denetim altında tutan üst düzey kamu kurumlarının siyasetçi ve bürokrat  hatalarının kaçınılmaz sonuçlarını yaşamaktayız. Bu nedenle gün geçmiyor ki, toplumun asfalyaları atmasın. Siyasal iktidarın kendi iddiası olan ithal doğalgaz bolluğunda kış ortasında doğalgaz  sıkıntısı yaşanabiliyor. Bu durumda, “millet soğuktan donmasın, yoksa oylar gider” diye doğalgaz kombine çevrim santrallarının gazı kesiliyor. Özel sektöre  “Santrallarınızı ikincil yakıtla (motorin, fuel-oil) çalıştırın” deniyor. Özel sektör üretim maliyetini yükselten ve işletmesi sorunlu yakıtı tercih etmiyor. Bu kez gazdan sonra kurulu güç bolluğuna karşın ülkede elektrik sıkıntısı baş gösteriyor.

31 Mart (2015) olayında olduğu gibi, ülkemizde, bolluğunu yaşadığımız lokal ölçüdeki elektrik arızalarına dayalı kesintileri bir yana koyalım, zaman zaman enterkonnekte sistem boyutunda büyük çapta elektrik arızalarından kaynaklanan kesintiler yaşanabiliyor. Toplumun asfalyaları  bu durumda da tereddütsüz atıyor. TEK’in eski genel müdürlerinden Gültekin Türkoğlu, yakın tarihteki bir röportajında 31 Mart 2015’te ülke çapında yaklaşık yarım gün süren  büyük arızanın nedenini şöyle açıklıyor: “Ülke ulusal elektrik şebekesi boyutunda böyle büyük bir arıza durumunda özel sektör işletmesindeki bazı büyük kapasiteli santralların biri ya da birden fazlasının Milli Yük Tevzi Merkezi’nin talimatlarına uymadıkları anlaşılıyor. Dolayısıyla sistemde arızayı karşılayacak ‘yük atma’ zamanında (en kısa sürede) gerçekleştirilemediğinden lokal bir arıza (domino etkisiyle) yurt çapında yayılabilmiş ve arızanın giderilmesi ve elektrik kesintisinin sonlandırılması bu kadar uzun zaman almıştır.” 7 

Demek oluyor ki, ülkemizin ulusal elektrik sistem işletmesinde, sonuçları düşünülmeden ve önlemleri yeterince alınmadan yapılan plansız enerji özelleştirmesi furyasının ve bu tercihin ürünü kamu enerji yönetiminin de toplumun asfalyalarını attıran etkenler arasında sayılması, hatta baş köşeye konulması gerekiyor.

İthal enerjiye bağımlılık günümüzde rekor kırarak yüzde 75’leri aşan oranıyla tavan yapmış bulunuyor. Kimse, “15 yıl önce bu oran çok daha aşağılardaydı” denilerek suçlanmıyor ve yargılanmıyor. Megavat  (MW) olarak yüzde 40’ları bulan kurulu güç yedeğinden, dolayısıyla elektrik üretim yedeğinden söz ediliyor. Oysa, yakın geçmişte olduğu gibi kış biraz ağır geçince elektrik sıkıntısı baş gösteriyor. Yine, kimse ne suçlanıyor ne de yargılanıyor. Kış ortasında önemli oranda gaz yedeğimiz olması gerek. Buna karşılık 2016-17 kışında olduğu gibi acil gereksinim durumlarında yeterli yeraltı gaz depolarımız var mı? Göreve geldiklerinde projelerini hazır buldukları başta Tuz gölü yeraltı gaz depoları yapımını, risk aciliyetini bildikleri halde -diğer konularda her defasında bir çırpıda yüzlerce yatırım dediklerini “toplu açılış” sunumuyla tören alanına gerilen bir kurdeleyi on kişi makaslayıp işletmeye açarken- ancak rekor süre olan 14 yılda kullanılmaya başlanacak noktaya getirebildiklerini söylüyorlar. Bir kısmının Şubat 2017’de açılışını yapabildiler. Bunu soran da, hesap soran da, hesap veren de yok. Özellikle enerji toplumunda asfalyalar atmaya devam ediyor.

Bir dönemin güçlü DPT’sinin kuruluş ve faaliyet amacı, ağırlıklı olarak ülkemizin enerji, bu kapsamda öncelikli olarak elektrik enerjisi gereksiniminin en başta planlı ve ekonomik olarak sorunsuz karşılanmasında denge unsuru olmaktı. Elektrik enerjisi tümden kamu kurumları yönetiminde iken, yani kamu elektrik tekelinin büyük oranda ya da tamamen kamu sektöründe olduğu uzun bir dönem bu denge mekanizmasında kayda değer  bir sorun yaşanmadı. 1980’li yılların ortalarında elektrik hizmetinin giderek kamu sektöründen özel sektöre geçmesi, DPT’nin denge görevinde bu değişime uygun düzenlemeler yapılmasını zorunlu hale getirmişti. Ancak dönemin DPT’si dönemin hükümeti nezdinde bu değişiklikleri yapmadı, yapamadı. Geleneksel hale gelen kamu sektörü odaklı uygulamalarına aynen devam etti.  Ne var ki, DPT’nin çıkarılan ve özel sektöre olanak tanıyan enerji mevzuatı çerçevesinde mevcut denge görevini özel sektöre uygulaması mümkün değildi.

Bu durumda DPT, uyum yolunu değil, yukarıda değindiğimiz gibi  kamu yatırımlarından sonra özel sektör enerji yatırımlarının uzun süre önlenmesi yolunu seçerek tarihe geçen en büyük hatayı yaptı. Bu tutum sonucu yakın tarihimizde (20. yüzyılın son yılları) ülkemiz yeni bir elektrik darboğazına girmekten kurtulamadı. Ülke siyasal yönetimi ise bu önemli soruna oldukça geç el attı. Dolayısıyla krizi önleyecek önlemler gecikmeli olarak uygulandı. Bu gecikme,  giderek büyüyen elektrik arz açığının kapatılabilmesi için zorunlu olarak ithal yakıtlara dayalı büyük kapasiteli üretim projelerine ağırlık verilmesine yol açtı. Bu durum da ülkemizin elektrik arz-talep dengelerinde ciddi arz sıkıntısı yaşanıp talep karşılanamazken tam aksi arz fazlalıkları yaşanıp elde istenmeyen boyutta/atıl kalan yedek kapasiteler oluşmasına sebep oldu. 2000 sonu, 2001 başı büyük ekonomik krizleri nedeniyle elektrik tüketiminin  büyük oranda azalması bu sorunu daha da derinleştirdi. Yukarıda belirtildiği gibi, bu olumsuz durumlar, bir dönem Bakanları da kapsayan önce siyasal suçlamaların, devamında yargılananların aklanmasıyla sonuçlanan yüksek  yargı aşamalarının nedeni olduğundan yukarıda söz edildi. Dolayısıyla yakın Enerji tarihimizde asfalyaların defalarca attığına tanık oluyoruz.

Herkesin bildiği gibi 2016 yılında günümüz siyasal iktidarı, dolayısıyla kamu enerji yönetimi çok tartışılan bir karar alarak dünyada uygulanan yaz-kış saati rejimini ülkemiz için tek yönlü olarak yaz saatini tüm zamanlarda uygulanır hale getirdi. Bu uygulamanın ülke çıkarlarına uygun olduğuna  ilişkin ispatlı, mantıklı bir açıklama duymadık. Aksine ülke ekonomisinin dünya ülkelerine entegrasyonunda yaşanan sorunlar, iddia edildiğinin aksine enerji tasarrufu yerine enerji israfıyla karşılaşılması başta olmak üzere toplum sosyal yaşamına zararları uygulamanın başlangıcında hemen ortaya çıktı. 8 Çocuklar okula sabah karanlığında gitme zorunda kalıp okuldan soğumalarına yol açılınca, bir açıdan psikolojileri bozulunca bir veli Danıştay’da kalıcı yaz saati uygulamasının iptali için dava açıyor. Bu dava önce Danıştay ilgili dairesince reddediliyor. Ancak Danıştay Dava Daireleri genel kurulu yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Günümüzün Enerji bakanı ve iktidar partisi sözcüleri önce “Yaz saatinin kalıcı uygulamasına 2018’den itibaren son verilecektir” diyerek kamuoyunu bu önemli yanlış uygulamadan dönülmesi ile rahatlatırken bu rahatlama çok kısa sürüyor. Bir de bakıyoruz ki, siyasi yetkililer “Kalıcı yaz saati uygulamasına aynı istikamette devam edileceğine” ilişkin torba yasa maddesini önümüze koymuşlar bile. Asfalyalar günümüzde “aynı istikamette” atmayı sürdürüyor.

Asfalyaların atmaması için…

Asfalya’ların atmaması için ne yapılmalı? Öncelikle bilimsel, dolayısıyla teknik ve ekonomik ölçülerin, planlama kavramının dışına çıkılmaması, Enerji Serbest Piyasası’nda planlamanın “gereksiz” bulunarak dışlanmaması, aksine “önemli” bulunup planlama kriterlerinin belirlenmesi ve kriterleri mutlaka ayakta tutacak yaptırımların uygulanması gerekiyor. Yani serbest piyasada üretimin (işletmenin) ne gerekçeyle olursa olsun canı isteyen tarafından durdurulmasının yaptırımlarla önlenmesi, “Piyasa serbesttir ve piyasa aktörleri uygulamalarında özgürdür” denilerek bu sağlanamıyorsa kamu enerji sektörü tarafından acil durumlar için üretim olanakları tesis edilip sıcak yedekte bekletilerek önlemler alınması gerekiyor.

Çünkü enerji ve özellikle üretildiği anda anlık tüketilme özelliği taşıyan elektrik enerjisinde günümüzde yaşandığı gibi plansızlık, kısa yoldan sağlıklı elektrik işletmesinin ve nihai elektrik kullanımının önüne, aklımıza gelen hemen bütün sektör faaliyetlerinde olanlara göre çok daha önemli  engeller getiriyor. Enerji güvenliği, enerji kalitesi, enerji ekonomisi, enerji verimliliği lâfta kalıyor, tesis edilemiyor, dolayısıyla ucuz enerji demeyelim ama tüm vaatlere hatta yasalara rağmen ülke koşullarına uygun fiyatlı enerjiye ulaşmak olanaksız hale geliyor.

Enerji (Elektrik – Doğalgaz – Petrol) Serbest Piyasası’nın elektrik bloğunda, yüzde 25 kamu – yüzde 75 özel sektör ortamında, elektrik kurulu güç yedeği, dolayısıyla üretim yapılmadan bekletilen yedek elektrik üretim kapasitesi kağıt  ya da ekran üzerinde yüzde 40’larda olan bir ülkede kış koşulları biraz ağırlaşınca elektrik ve gaz sıkıntısının birlikte ortaya çıkması sonucu sorun yaşanması, ülkemize yararı baştan sona tartışmalı kalıcı yaz saati uygulamasında siyasal iktidarın ülke zararına yol açtığı belirgin bu eylemde anlam verilemeyen ısrarı, bir açıdan İzmir’li dostların tanımıyla ülkede “asfalyaların atması”,  başka türlü nasıl açıklanabilir?

 

1 Yılmaz Özdil’in köşe yazısı: “İzmir Marşı”, Sözcü gazetesi, 5 Şubat 2017

2 Uğur Dündar’ın Halk Arenası Özel programı, Halk TV, 10 Haziran 2017

3 Ulusal Kanal, “Alternatif” programı, Sabahattin Önkibar’ın Agâh Oktay Güner’le söyleşisi, 5 Şubat 2017.

4 Köşe yazısı: “Adalet ve Kalkınma Bakanlığı, Sözcü, 11 Eylül 2017.

5 Finansal Forum, 28 Ağustos 2000.

6 Başbakan Bülent Ecevit (merhum), Aralık 1999.

7 “TEK eski Genel Müdürü Gültekin Türkoğlu ile Söyleşi”,  EMO Ankara şubesi Haber Bülteni, 2017/3.  Türkoğlu, CHP iktidarında 21.6.1978-7.12.1979  tarihleri arasında TEK Gn. Müdürü olarak görev yapmıştır.

8 “Yaz saati pahalıya patladı”, dergimizin  Nisan-Mayıs 2017 (334.) sayısında yer alan EMO orijinli araştırma yazısı ve Eylül-Ekim 2017 (338.) sayısındaki “Saatimizle Oynayanlar”  başlıklı Ankara Mektubu.

Check Also

Ankara Mektubu: Enerji sektöründe önemli olan…

Tuncay Derman İnternet Enerji Platformu’nda geçen ay (Ocak 2018) izlediğim ülkemiz Enerji Sektörü’ne ilişkin bir …

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir